İstanbul Barosu'ndan "toplumsal cinsiyet" açıklaması: "Bakanlıklar ve kamu kurumları bu gerçeği yasaklamakla değil, tanımakla yükümlüdür”

İstanbul Barosu'ndan "toplumsal cinsiyet" açıklaması: "Bakanlıklar ve kamu kurumları bu gerçeği yasaklamakla değil, tanımakla yükümlüdür”

Haber/Kamera: Zuhal ÇİLOĞLAN

(İSTANBUL)- İstanbul Barosu, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın “toplumsal cinsiyet ve bazı kavramların kullanımı” genelgesine ilişkin İstanbul Adliyesi önünde açıklama yaptı. Açıklamada, “İstanbul Sözleşmesini hedef alan, 6284 sayılı Kanun’u uygulamayan siyasal iktidar, bu defa 'toplumsal cinsiyet' kavramına saldırmakta ve kamu kurumları aracılığıyla aile odaklı cinsiyetçi politikalarını kurumsallaştırmaktadır. Toplumsal cinsiyetin sosyal bir inşa olduğunu söylemek, bilimsel ve hukuki bir gerçeği ifade etmektir. Bakanlıklar ve tüm kamu kurumları bu gerçeği yasaklamakla değil, tanımakla yükümlüdür” denildi.

Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi önünde toplanan İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi ve İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi LGBTİ artı Alt Çalışma Grubu’ndan avukatlar, “Toplumsal cinsiyet kavramı yasaklanamaz; LGBTİ artılar hedef gösterilemez" yazılı pankart açtı. “Yaşasın kadın dayanışması” sloganı atan avukatlar, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan “toplumsal cinsiyet ve bazı kavramların kullanımı” konulu 2 Mayıs 2025 tarihli genelgeye ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

“81 il müdürlüğüne ve bağlı genel müdürlüklere gönderilen bu genelgede; özellikle 'toplumsal cinsiyet', 'toplumsal cinsiyet kimliği', 'LGBT', 'SOGIESC' (cinsel yönelimler, cinsiyet kimlikleri, cinsiyet ifadeleri ve cinsiyet özellikleri) ve 'kapsamlı cinsellik eğitimi' gibi uluslararası kabul görmüş kavramlar doğrudan hedef alınmış, ilgili birimler tarafından kullanılması yasaklanmış ve bu kavramların eğitim içeriklerinden ve politika belgelerinden çıkarılmasına yönelik 'talimat' verilmiştir. Bu genelge; yıllardır 'aile değil kadınız' diyerek aile bakanlığı değil kadın bakanlığı kurulması gerektiğini vurgulayan, cinsiyetçi, muhafazakar ve aile odaklı politikaları reddeden mücadelemizi bir kez daha haklı çıkarmıştır. Bu genelgede verilen talimatla hedeflenen yalnızca bir takım kavramların kurumsal metinlerden çıkarılmasından ibaret değildir, kadınlara ve LGBTİ artılara karşı sürdürülen cinsiyet rejiminin ilanıdır.

"Siyasal iktidar, kamu kurumları aracılığıyla aile odaklı cinsiyetçi politikalarını kurumsallaştırmaktadır"

Genel Müdürlük 'biyolojik cinsiyetin ötesinde anlamlara sahip cinsiyet kategorilerinin' toplum için tehdit oluşturduğunu ileri sürerek, toplumsal cinsiyetin bir 'sosyal inşa' olarak tanımlanmasının 'evlilik ve aile müessesesini tahrip ettiğini', 'toplumda zihinsel dönüşümlere neden olarak geleneksel aile yapısını zayıflatabileceğini ve telafisi güç toplumsal sorunlara yol açabileceğini' ve bu doğrultuda söz konusu kavramlardan kaçınılması gerektiğini belirterek kadınların kazanılmış haklarını, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini ve LGBTİ artıları doğrudan hedef almıştır. Söz konusu genelge, Anayasa’nın eşitlik ilkesine, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere temel insan hakları belgelerine ve Birleşmiş Milletler mekanizmalarına açıkça aykırıdır. Kadın mücadelesinin kazanımlarından biri olan İstanbul Sözleşmesini hedef alan, 6284 sayılı Kanun’u uygulamayan, boşanmayı zorlaştıran, aile arabuluculuğunu gündeme getiren siyasal iktidar, bu defa 'toplumsal cinsiyet' kavramına saldırmakta ve kamu kurumları aracılığıyla aile odaklı cinsiyetçi politikalarını kurumsallaştırmaktadır.

"Toplumsal cinsiyet yapısal eşitsizliği ifşa eden politik bir mücadele aracıdır"

Toplumsal cinsiyet, sadece akademik bir kavram değil kadınlara ve LGBTİ artılara yönelik yapısal eşitsizliği ifşa eden politik bir mücadele aracıdır. Kadınların ev içi emeğinin değersizleştirilerek sömürülmesinden ücretli emek piyasasındaki eşitsizliklere, kadın cinayetlerinden cinsiyetçi yargı sistemine; koruyucu önleyici tedbirlerin uygulanmamasından erkeklik indirimlerine, LGBTİ artıların kriminalize edilmesinden nefret suçlarının yok sayılmasına kadar geniş bir tahakküm alanı bu kavramın dışlanmasıyla doğallaştırılmaya ve görünmezleştirilmeye çalışılmaktadır. Toplumsal cinsiyet, yalnızca bir 'terim' değildir. Kadınların ve LGBTİ artı var oluşların patriyarkal sistem karşısındaki hakikatidir.

"Toplumsal cinsiyet yok sayılarak kadınların ve LGBTİ artıların emeğinin, bedeninin ve yaşamlarının denetim altına alınması hedeflenmektedir"

Bu genelge ile gündeme gelen yalnızca toplumsal cinsiyete ilişkin bir kavramsal değişiklik değil, tüm dünyada yükselen aşırı sağ muhafazakar politikalara uyum sağlayan siyasal iktidarın patriyarkal karakterinin yeniden tahkim edilme süreci olmalıdır. 'Toplumsal cinsiyet' kavramının silinmesiyle hedef alınan; kadınların yıllardır sokakta, iş yerinde, akademide ürettikleri feminist bilgi, kadın mücadelesi sonucunda kavramsallaşarak uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış kazanımlarımız ve en önemlisi hayatlarımıza dair söz üretme hakkımızdır. Toplumsal cinsiyet yok sayılarak kadınların ve LGBTİ artıların emeğinin, bedeninin ve yaşamlarının denetim altına alınması hedeflenmektedir.

Siyasal iktidarın 2025’i 'Aile Yılı' ilan ederek yürürlüğe koyduğu LGBTİ artı fobik politikalar, 'biyolojik cinsiyet' adı altında toplumu ikili bir cinsiyet rejimine hapsetmeyi, farklı cinsiyet kimliklerini ve yönelimleri yok saymayı, kadınların ve LGBTİ artıların üzerindeki tahakkümü meşrulaştırmayı hedeflemektedir. Bu durumun yakın vadede halihazırda cinsiyetçi uygulamalarla dolu yargılama süreçlerine de negatif sirayet edeceği açıktır. Aile Yılının ilan edilmesinden bu yana, kadın kazanımları, feminist mücadele ve LGBTİ artılar hedef alınmakta, toplumsal cinsiyet kavramı kriminalize edilmektedir. Gündemdeki kaynağı belirsiz Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Taslağı ve HÜDA PAR’ın Meclis’e sunduğu kanun teklifi de benzer bir hedef taşımaktadır. Toplumsal cinsiyetin sosyal bir inşa olduğunu söylemek, bilimsel ve hukuki bir gerçeği ifade etmektir. Bakanlıklar ve tüm kamu kurumları bu gerçeği yasaklamakla değil, tanımakla yükümlüdür.

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi ve İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi LGBTİ artı Alt Çalşma Grubu olarak, kamu kurumlarında ve resmi politika belgelerinde 'toplumsal cinsiyet' kavramının yasaklanmasına ve kriminalize edilmesine yönelik her tür uygulamaya karşı hukuki ve fiili mücadelemize devam edeceğimizi, haklarımıza, hayatlarımıza, kazanımlarımıza sahip çıkacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz”