Dijital Anksiyetenin Yükselişi: Bilgi Çağında Kaybolmak

Geçtiğimiz hafta, dünyanın dört bir yanından teknoloji devlerinin hisselerinde kayda değer bir düşüş yaşandı. Bu dalgalanmanın ardında yatan sebepler, çoğumuz için karmaşık olan ekonomik göstergeler veya teknoloji şirketlerinin stratejik hamlelerinden ibaret görünebilir. Ancak bu durum, aslında daha derin ve felsefi bir soru üzerinde düşünmemizi gerektiriyor: Dijital dünyada kaybolan bireysel kontrolümüzü nasıl geri kazanabiliriz? Her bilgiye anında ulaşabilme imkanımız varken, neden bu bilgi denizinde yönümüzü kaybediyoruz? Bilgi toplumu olarak adlandırılan bu çağda, çeşitli verilerin ve enformasyonun sürekli aktığı bir okyanusta yüzüyor gibiyiz. Ancak bu okyanusun derinlikleri, sakinlikten ziyade anksiyete ve kafa karışıklığı ile dolu olabilir. Her yeni bilgi, bir başka bilgiye ulaşmamız gereken bir basamak gibi görünüyor ve sürekli araştırma gerekliliği, bilinçli düşünceyi gölgede bırakabiliyor. Modern yaşamın hızla akışı, dikkat ekonomisine dair felsefi sorunları da beraberinde getiriyor. Bilgi, sonsuz bir kaynaktan önümüze sunulurken, seçim yapma özgürlüğü ve irademiz ne ölçüde korunuyor? Sosyal medyanın ve çevrimiçi platformların yaydığı içeriklerin bizi sık sık sürüklediği yerler, bizim kendi seçme hakkımızın dışında mı kalıyor? Platon'un İdealar Dünyası'ndaki mutlak bilgi arayışına benzer şekilde, bugün de bilgi arayışındayız. Ancak bu bilgi bolluğu, İdealara ulaşmamızı zorlaştırıyor ve bilgi yorgunluğu dediğimiz olgusunu ön plana çıkartıyor. Bilinçli düşünme ve bilinçaltımızda yer eden sürekli uyarıcılar arasında tercih yapma zorunluluğunun oluşturduğu içsel çatışma, modern anksiyetenin temel kaynaklarından biri haline gelmiş durumda. Bu sorunu çözmenin yollarından biri, bilgiyi özümseme ve onun üzerine derinlemesine düşünme alışkanlığını geliştirmektir. Belki de cevap, bilinçli bir şekilde bilgiyi seçme ve tüketme alışkanlıklarımızı gözden geçirmek ve gerekirse fiziksel dünyada, kendimizi dijital dünyadan soyutlamakta yatıyordur. Kısaca, dijital okyanusta kaybolmamak için rehberimizi, bilinçli farkındalık olarak seçmeliyiz. Söylemeye çalıştığım şey, dijital anksiyetenin üstesinden gelmek için daha azıyla yetinmenin önemini anlamamız gerektiğidir; bilgi dünyasının bize sunduğu her şeyi özümsemek yerine, ihtiyacımız olanla tatmin olmalıyız. Bu bilinçli kullanıcı tavrı, Platon'un mağarasından günümüz dijital dünyasına uzanan bir köprü inşa edebilir ve belki de kendi anksiyetemizin karanlık mağarasından bizi çıkarabilir.